Bu Blogda Ara

24 Mayıs 2011 Salı

Twitter Dünyada Beşinci Oldu


Dünya son dönemde siyaset ve medya alanında bir devrime şahit oluyor. Dünyayı sarsan haberler "Twitter"dan duyuruluyor. Muhalifler tepkilerini Twitter üzerinden organize ettikleri protestolarla gösteriyor. Medyadan sonra yeni 'güç' Twitter.

2006 yılında kurulan ve bugün milyonlarca üyeye sahip olan Twitter, "Şu anda ne yapıyorsun" sorusuna 140 karakterle cevap verilebilen bir sosyal internet uygulaması. Ücretsiz olarak üye olunabilen siteye internet bağlantısı bulunan her yerden cep telefonu, bilgisayar ve sms aracılığıyla ulaşılabiliyor. Pek çok ünlü ismin de üyesi olduğu sitede "tweet" adı verilen kullanıcı iletilerini ve kullanıcıların siteye yükledikleri resimleri herhangi bir kısıtlama olmadan takip etmek mümkün.
 
İLK, TWITTER DUYURUYOR

Baş döndürücü hızla gelişen olayları yakalamakta çekilen güçlük, her bireyin bağımsız birer muhabir olabildiği Twitter aracılığıyla çözülüyor. Dünya Endonezya'nın başkenti Cakarta'da önceki gün gerçekleşen ve 9 kişinin öldüğü bombalı saldırılardan ve Amsterdam yakınlarında düşen THY uçağından ilk olarak Twitter aracılığıyla haberdar oldu. Geçtiğimiz yıl Mumbai'de düzenlenen kanlı terör saldırılarında olay yerindeki Twitter kullanıcıları gelişmeleri dünyaya dakikada yaklaşık bin tweet ile aktardı. G-20 zirvesinde ve Moldova'daki seçimlerin ardından düzenlenen protestolarda twitter yine başroldeydi. Protestocular Twitter üzerinden örgütlendi.

NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ'NE ADAY

Sosyal medyanın ve Twitter'ın rüştünü gerçek anlamda ispatladığı olay ise İran seçimleri oldu. Reformist adaylardan Mir Hüseyin Musavi'nin internet destekli seçim kampanyasında Twitter büyük rol oynadı. Seçimlerin ardından çıkan olaylarda olay yerindeki yabancı gazetecilerden kısıtlamalar sebebiyle sağlıklı bilgi alınamazken, dünya son gelişmeleri Twitter üzerinden takip etti. Muhalifler Twitter üzerinden örgütlendi. Başta CNN ve BBC olmak üzere dünyanın önde gelen medya kuruluşları Twitter iletilerini yayınlarına taşıdı. Bu durum dünyada öylesine yankı uyandırdı ki eski ABD Başkanı George Bush'un ulusal güvenlik danışmanı Mark Pfefile, İran'da oynadığı rol sebebiyle Twitter'ın Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilmesi gerektiğini belirtti. "140 karakter baskıyı aydınlatmaya yetti" diyen Pfefile, Twitter'ı hem yapımcı hem muhabir olarak niteledi.

En ünlü Twitter'cı Obama

HER fırsatta son teknolojiye verdiği önemi açıkça ortaya koyan ABD Başkanı Barack Obama sıkı bir Twitter kullanıcısı. Seçim sürecinde takipçilerini son gelişmelerden Twitter aracılığıyla haberdar eden Obama, önümüzdeki hafta düzenleyeceği basın toplantısını da ilk kez Twitter'daki hesabından duyurdu. Twitter'daki Beyaz Saray resmi sayfasından ise başta Dışişleri Bakanı Hillary Clinton olmak üzere üst düzey ABD yetkililerinin programlarına ulaşılabiliyor.

YENİ BİR MESLEK: TWITTER UZMANLIĞI

Birçok uluslararası şirket Twitter üzerinden müşterileriyle iletişime geçiyor. İngiltere'de yapılan bir araştırmada Twitter kullanan şirketlerin sayısının hızla yükseldiği tespit edildi. Twitter'ı yeni bir pazarlama aracı olarak gören şirketler, Twitter sorumlusu olarak çalışacak personel almaya başladı. Örneğin Pizza Hut şirketi tanıtımının Twitter üzerinden yapılması için personel aldığını duyurdu.
Sanatta Twitter etkisi
SANAT dünyasındaki pek çok etkinlik dünyaya ilk Twitter'dan duyuruluyor. İnsanlar artık gazetelerdeki eleştirmenlerin yerine Twitter kullanıcılarının yorumlarına önem veriyor. Örneğin 15 Temmuz'da vizyona giren "Harry Potter ve Melez Prens"de olduğu gibi sitede hakkında olumlu yorum yazılan filmler gişe rekoru kırıyor, olumsuz yorum yazılan filmler ise beklediği sayıda izleyiciye ulaşamıyor. Twitter etkisine bir başka örnek ise ilk romanı "Fransız Devrimi" için bir yayınevi bulamadığı için "tweet"ler aracılığıyla parça parça yayınlayan ABD'li yazar Matt Stewart.


Haberin eksik olduğunu düşünüyorsanız "Orjinal Kaynak: Veteknoloji.Com"

23 Mayıs 2011 Pazartesi

İş Çok, Nitelikli İşgücü Yok!


İnsan kaynakları şirketi Manpower, Türkiye dahil 39 ülkede 39.641 işverene, doldurulması en zor pozisyonları sordu. Türkiye’de 1.001 işverenin katıldığı araştırmada yetenekli çalışan bulmakta en zorlanılan 10 pozisyon; üretim operatörü, satış temsilcisi, mühendis, kol işçisi, mekanik işçisi, sekreter, teknisyen, yönetici, restoran-otel personeli ve zanaatkar olarak sıralandı.

Burcu Özçelik
Dünyada da benzer bir tablo söz konusu. İşsizliğin bu kadar fazla olduğu bir ülkede doldurulması en zor pozisyonların bunlar olması şaşırtıcı. Bu da gösteriyor ki Türkiye’de işsiz çok ama nitelikli işgücü yok.
 

Manpower’ın 6 yıldır globalde yaptığı Yetenek Açığı Araştırması’na bu yıl ilk kez Türkiye de katıldı. Toplamda 39 ülkede 39.641 işveren ile telefonda mülakat yönetimiyle yapılan araştırmaya Türkiye’den 1.001 işveren katıldı. Firmalar, her sektörü her ölçekten şirketi kapsayacak şekilde seçildi.
 

Araştırmada işverenlere ilk olarak yetenekli çalışan bulmakta en çok zorlandıkları pozisyonlar soruldu. Dünya ortalamasında doldurmakta en çok sıkıntı çekilen ilk 10 pozisyon şöyle:Teknisyen, satış temsilcisi, zanaatkar, mühendis, kol işçisi (gündelik işçi), yönetici/idareci, muhasebe ve finans personeli, BT personeli, üretim operatörü ve sekreter/kişisel asistan.
 

Türkiye’de ise doldurulması en zor 10 pozisyon ise şöyle:Üretim operatörü, satış temsilcisi, mühendis, kol işçisi (gündelik işçi), mekanik işçisi (tamirci), sekreter/idari asistan, teknisyen, yönetici/idareci, restoran ve otel personeli ve son olarak zanaatkar.
 

Yarısı yetenek sıkıntısı çekiyorDünyada işverenlerin ortalama yüzde 34’ü yetenek açığından yakınırken, Avrupa’da bu oran yüzde 26, Türkiye’de ise çok daha yüksek, yüzde 48! İşsizliğin (bu arada üniversite mezunu işsizlerin) bu  kadar fazla olduğu bir ülkede, işveren nasıl olur da yetenekli satış temsilcisi, sekreter, mühendis, kol işçisi bulmakta zorlanır anlamak zor. 
 

Manpower Türkiye Genel Müdürü Ebru Coş, kendisinin de bu konu üzerinde düşündüğünü söylüyor:  “Dünyada, Türkiye’de işsizlik var ama her sene krizin en yoğun olduğu dönemlerde dahi yine bu pozisyonları doldurmakta zorlanılıyordu, tabii ki oranı daha düşüktü. Çünkü işsizlikle, aranan yetenek her zaman, hatta çoğu zaman birleşmiyor. İşverenin aradığı yetkinlikler, beceriler var, önemli olan istihdama katılmış nüfusunuzda bu becerilerin, bu yetkinliklerin olması. İşverenin ihtiyacı olan beceri, yetkinlik seti ile okuldan mezun olup iş arayan kesimin sahip olduğu nitelikler örtüşmüyor. Türkiye’de işsizlik var, işçi olabilecek kesim de çok, ama operatör de alsanız, işçi de alsanız o kişiyi bir kurumun içine sokuyorsunuz. Belirli beceriler, yetkinlikler arıyorsunuz, mesela güvenlik şartlarına uyabilecek mi, kendini koruyabilecek mi, işinde sebatkar olacak mı, takım çalışması yapabilecek mi, tüm bunları yakalamak kolay olmuyor, dolayısıyla fire oranı yüksek oluyor. Ekonomi, istihdam Türkiye’de çok belirli işverenlerde sıkıştığı, tüm bölgelere yayılmadığı için ve Türkiye daha çok küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluştuğu için büyük sayıda işçi istihdam edecek şirketlerin seçicilik oranı daha da artıyor. İşçi de aidiyet göstermiyor, biraz daha fazla ücret verildiğinde başka şirkete gidiyor. Orada esas sorun bağlılık ve aidiyet yaratmak. Nasıl olsa işsizlik var, bu insanlar buraya girerler, sebat ederler demek yok aslında.”
 

İyi bir satışçı bulmak çok zorBu pozisyonlar aynı zamanda iş ilanlarında da en sık karşımıza çıkan pozisyonlar. Ebru Coş’a bu sıralamayı bekleyip beklemediğini soruyoruz. Onun beklentisi satış temsilcisi açığının birinci sırada çıkmasıymış. Şirkette en kalabalık kadro satış temsilcisi olduğundan bu pozisyon bulunması en zor pozisyon aynı zamanda. Şirketin, pazarın büyüklüğüne göre satış kadroları kimi zaman 200-300 kişiye kadar çıkabiliyor. Diğer taraftan satış departmanlarında devir hızı da çok yüksek.
 

Ebru Coş, bir elemanın uzun süre satış pozisyonunda çalışmasının da kolay olmadığını söylüyor: “İnsan yıllarca muhasebeci olabilir ama satışçı olamaz, yıpranma payı çok fazla. Ayrıca satışçı işten çıkmak istemese bile işveren onu değiştirmek istiyor çünkü çok uzun süre satış pozisyonunda çalışan kişiden verim alamaz hale geliyor.” 
En önemlisi ise mesleğin insanlardaki algısı. Satışçı deyince insanların aklına direkt kapı kapı dolaşıp bir şeyler satan kişiler geliyor, bu da mesleğin itibarını olumsuz etkiliyor. Diğer taraftan satışçı profilinin güler yüzlü, dışadönük, insanlarla iyi iletişim kuran, ağzı iyi laf yapan kişilerden ibaret olduğu düşünülür hep, ama tabii ki işverenin aradığı özellikler bu kadarla kalmıyor. Sonuç odaklı olması, yaratıcı çözümler sunabilmesi, problemi görebilmesi, çözebilmesi, uzun süreli ilişkiler kurabilmesi, müzakere becerisi olması, analitik düşünebilmesi, rakamları iyi anlayabilmesi gibi beceriler de gerekiyor, bir satışçının iyi bir satışçı olması için. Bu tür yetkinlikler aramaya başladığınızda ise, işiniz kolay değil.
Ebru Coş, bazı sektörlerde ülkeden ülkeye değişmekle beraber, insanların satış temsilcisi olmak istemediğini söylüyor: “Çok bireysel ürünlerde, kapı kapı gezip bir şey mi satacağım mantığı var. O nedenle pozisyona, sektöre aday cezbetmekten kaynaklanan sorunlar da var ama cezp etseniz dahi aranılan yetkinliklerden dolayı işverenin ince eleyip, sık dokuması gerekiyor.”
 

Türkiye’de niye IT açığı yok?Türkiye ile diğer ülkeler kıyaslandığında bilgi işlem (IT), dünyada doldurulması en zor pozisyonlar arasındayken,  Türkiye’de bilgi işlem yer almıyor. Ebru Coş, “Türkiye’de zannedilenin aksine bilişim sektörü gelişmiş bir sektör değil. Türkiye bilişimde rekabette çok geride kalıyor, IT’leşme oranı gelişmiş batı ülkelerine göre çok düşük, bence onunla paralel. Ve tek tek reel sektöre gittiğinizde bir üretim firmasına, bir tekstil firmasına, onun içindeki IT bölümünde çok az kişi çalışıyor ve doğal olarak oradaki ilk sorun IT olmuyor. Bu sektör Türkiye’de gelişmediği için araştırmada IT çıkmamış.”
 

Yine dünyada olmayan restoran ve otel personeli Türkiye’de doldurulması en zor pozisyonlar arasında 9. sırada yer almış. Bu da Türkiye’nin turizm ülkesi olmasından kaynaklanıyor.
 

Zanaatkarlar, Avrupa’da birinci, dünyada 3. bizde 10. sırada. Zanaatkardan kasıt demir ustası, camcı, kaynakçı gibi tamamen bireysel uzmanlık isteyen meslekler. Bizde çıraklığın, mesleğin babadan oğla geçmesinin ve küçük esnaflığın halen çok yaygın olması nedeniyle zanaatkarlık daha altlarda kalıyor.
 

Ebru Coş, bu tablonun önümüzdeki yıllarda da çok değişmeyeceğini söylüyor: “Mesela bir sekreterlik  hep kalacaktır, çok önemli çok hayati bir pozisyon, gerek yönetici asistanı olsun gerek departman asistanları. Sekreter sıkıntısı meslek edinme meselesi ile alakalı. Çalışanların bunu benimseyerek meslek edinmesi lazım ki, nitelikli kişiler burada olabilsin. Çok yetenekli kişilerin çalışması gereken bir iş, departmanı, yöneticiyi temsil ediyorsunuz, sağ kolu oluyorsunuz, teknik ve davranışsal olarak çok önemli yetkinliklere sahip olmanız gerekiyor. Bunu işe alabilmek için de o mesleğe talep olunması gerekiyor, meslek olarak görülmesi gerekiyor. İtibarlı gözükmesi gerekiyor. Satışta da aynı şey geçerli.”
 

Hâlâ az adamla çok iş yapıyoruzAraştırmada pozisyonların planlanan zamanda kapatılmamasının şirketinizin paydaşları üzerindeki (müşteri, hissedar, çalışanlar) etkisi sizce nasıl diye de sorulmuş. Yüzde 43’ü düşük ya da etkisi yok demiş. Bu farkında olmayışın çok riskli olduğunu söyleyen Ebru Coş, bunu şöyle açıklıyor: “Krizden çıkıldı, kadrolar daraldı, bunun kârlılığa da etkisi var, daha az insanla daha çok iş yapıyorsun, aynı ciroyu yapıyorsun, dolayısıyla kârlılığın artıyor. Şimdi işe alımlar birden bire patlamadığı için talep yavaş yavaş arttığı için tam zamanı gelince alayım ruh halinde oldukları için paydaşlar üzerine çok etkisi yok diyorlar ama aslında çok var. Türkiye’de bu daha da fazla olacaktır, hizmet ekonomisi gelişmiş ülkelerde pozisyonların açık kalmasının müşterilere etkisi çok fazla, olumsuz anlamda. Direkt müşteriye yansıyor.”
 

Mevcut çalışanı elde tutmaya odaklanıyorlarAraştırmada işverenlere bu yetenek açıklarını kapatmak için ne tür tedbirler aldıkları da sorulmuş. - Türkiye’de “aday bulmanın zor olduğu pozisyonlarda mevcut çalışanları elde tutmaya fazla odaklanmak” birinci sırada. İşverenlerin yüzde 50’si mevcut personeli elinde tutmaya odaklanıyor, çeşitli politikalar üretiyor.- Mevcut personele ek gelişim ve eğitim olanakları sunarak pozisyonu doldurmaya çalışanlar, örneğin bir alt pozisyondakini yetiştirmeye gayret edenlerin oranı Türkiye’de yüzde 41 (Bu tedbir dünyada yüzde 21 ile, Avrupa’da yüzde 19 ile 1. sırada yer alıyor.) - Türklerin aldıkları üçüncü tedbir başlangıç maaşını arttırmak.  - Dördüncüsü ise işe alırken adaya çok net kariyer fırsatları sunmak.
 

Dünyada bölge dışından personel arayışına girişmek ikinci sırada yer alıyor. Bizde ise yüzde 3. Bunun nedeni Türkiye’de çalışanların iş için yer değiştirmeye, bölge, şehir değiştirmeye, ülke değiştirmeye çok kapalı olması.
 

Birinci neden deneyim eksikliğiİşveren bu pozisyonlarda yetenek açığı olmasının en önemli sebebini deneyim eksikliğine bağlıyor. (Türklerin yüzde 59’u, dünya ortalamasının ve Avrupa’nın yüzde 28’i).
 

Ebru Coş, “Herkes deneyimli çalışan istiyor. İnsan yetiştirmenin maliyeti yüksek ve zaman alıyor. Türkiye gibi nitelikli eleman az ama rekabet çok, devamlı pazara yeni katılımcıların olduğu bir yerde herkes yetişmiş eleman istiyor. Gelen adamdan hemen verim almak istiyor” diyor.
 

İkinci sırada ise uygun aday bulmakta zorlanmak ve hiç aday başvurmaması yer alıyor ki bu tam da yetenek açığı oluyor. Türk işverenlerin yüzde 31’i, Avrupalıların yüzde 26’sı, dünyada ise yüzde 24’ü aradıkları pozisyona başvuru olmadığını, ya da alakasız başvurular aldıklarını söylüyorlar.
 

Temkinli hal devam ediyorEbru Coş’a krizin etkilerinin halen devam ettiğini, işverenlerin hâlâ temkinli davrandıklarını söylüyor: “2008’e, 2009’a bakıldığında pozisyonları doldurma oranı azalmıştı, şimdi yeniden arttı ama hâlâ temkini de elden bırakmamışlar. 2008’de Avrupa’da yetenek açığı yüzde 32’yken 2009’da yüzde 25’e düşmüş. 2010’da yüzde 23. Şimdi yeniden biraz daha yükselerek yüzde 26’ya çıkmış ama hâlâ 2008 seviyelerine ulaşılmaması o temkinliği gösteriyor.”
 

Avrupa’da 2., dünyada 10. sıradayızTürkiye’de işverenlerin yüzde 48’i, dünyada yüzde 34’ü yetenekli eleman bulmakta zorlanıyor. Avrupa’da 21 ülke arasında Romanya’dan sonra en çok zorlanan ikinci ülkeyiz. Dünyada ise 10. ülkeyiz. En fazla yetenek açığı çeken ülke ise yüzde 80 ile Japonya. Yine Amerika, Çin, Almanya en çok zorlanan ülkeler. Bu ülkelerdeki yetenek açığının çok olmasının nedeni orada da tam tersi çok fazla işin, talebin olması ve bizden farklı olarak yaşlanan bir nüfusun var oluşu.
 

Kimlere iş düşüyor?Ebru Coş, yetenek açığının giderilmesinde işverenden çok hükümetlere, İŞKUR’a, eğitim kuruluşlarına, meslek liselerine – ki özellikle üretim operatörü, zanaatkar ve kol işçisi ilk sıralarda çıkıyorsa- iş düştüğünü söylüyor: “Meslek lisesi de düz lise mezunu da çok adam var, acaba nerede eşleşemiyorlar? Satış temsilcileri, mühendisler, zaten üniversite mezunu kişiler, talep de var ama neden eşleşmeler olamıyor. Biraz daha üniversite eğitiminin sonlarına doğru uzmanlaşmak, staj müessesini biraz daha ciddiye almak gerekiyor. Üniversitelerde, mülakat tekniklerinden tutun da bir işveren ne bekler vs konularında düşünmesi gerekir kuruluşların. Üniversiteler özel sektörle işbirliği yapmalı. Gençler kendilerini dinleyip geri bildirimleri almalı.”

 http://www.yenibiris.com/HurriyetIK/Oku.aspx?ArticleID=9703

Devlet Çağrı Merkezlerinin Çağrısına Kulak Verdi


Uzun çalışmalardan sonra sektör olarak tanımlanan çağrı merkezleri, yeni teşvikler nedeniyle hızlı büyümeye hazırlanıyor. Sektördeki istihdamın üç yılda yüzde 270 artması bekleniyor.

Eylem AKTAY

Hemen her sektörde tüketiciyle şirketleri buluşturan çağrı merkezlerinin ciddi bir istihdam kaynağı olduğu artık herkesçe kabul ediliyor. 2008'in kasım ayında kurulan Çağrı Merkezleri Derneği de bu yöndeki çalışmalarına hızla devam ediyor. Son olarak kurduğu Gelişim Akademisi'yle gündeme gelen dernek, özellikle sektörün standartlarını belirlemeye yönelik çalışmalar yapıyor. Sektörle ilgili son gelişme ise artık devlet tarafından da yasal olarak tanınıyor olması. Çağrı Merkezleri Derneği (ÇMD) Yönetim Kurulu Başkanı Bahadır Pekkan ile bu durumun yaratacağı değişimleri konuştuk.

Kurulduğunuz tarih dikkate alındığında bu kadar sürede devletin çağrı merkezlerini sektör olarak görmesini sağlamak adına ne tür adımlar attınız? Bu hedefe ulaşmak için çok sıkı çalıştık diyebilirim. Yetkili mercilerle yürüttüğümüz görüşmelerde hem sektördeki firmaların gereksinimlerini dile getirdik hem de daha etkili bir sektör oluşturabilmek adına ihtiyaç duyulan konulara dikkat çektik. Dernek olarak ilettiğimiz kanun önerisinin de dikkate alındığını görmek bizler için sevindirici bir gelişme oldu. Daha önce devlet tarafından tanımlanmamış olan sektörümüz için alınan Bakanlar Kurulu kararı ile, diğer sektörlerde olduğu gibi Ulusal Faaliyet ve Ürün Sınıflaması kapsamına dahil edildik.

Sektördeki standartları yükseltmek adına ne tür girişimlerde bulundunuz? Belirli standartların getirilmesine katkı sağlamak en önemli hedeflerimizden. Bu doğrultuda bir belgelendirme projesi hazırladık. Çağrı Merkezleri Derneği olarak yaygınlaştırmaya çalıştığımız ve Avrupa Standardizasyon Komitesi (CEN) tarafından hazırlanmış bulunan "EN 15838 Müşteri İletişim Merkezleri Hizmet Belgelendirmesi", bu nedenle büyük önem taşıyor. Çağrı merkezi müşterilerinin, çözüm ortaklarının ve çağrı merkezi çalışanlarının memnuniyetini sağlamak ve sürekli kılmak da bu sayede mümkün olacak.

Derneğinizin bünyesinde kurulan Gelişim Akademisi'yle neler gerçekleştirdiniz? ÇMD Gelişim Akademisi'yle nitelikli bir eğitim sunarak sektördeki çalışan kalitesinin en yüksek seviyeye taşınmasını amaçlıyoruz. Bu sayede çağrı merkezi hizmeti veren firmaların performans ve verimliliklerine katkıda bulunulurken, hizmet verilen firmaların müşteri memnuniyetlerinin yukarıya taşınması da hedeflerimiz arasında yer alıyor. Çağrı merkezi sektörüne yönelik sertifika ve diploma verebilen tek eğitim programı olan ÇMD Gelişim Akademisi bünyesinde, müşteri temsilcisinden takım liderine, süpervizörden müdüre kadar çağrı merkezlerinde görev yapan ya da yapmayı hedefleyen herkese yönelik eğitim veriliyor.

Çağrı merkezlerine getirilen teşvik sistemi nasıl işleyecek? Uygulama kapsamında çağrı merkezleri de vergi indirimi, sigorta primi işveren hissesi desteği, yatırım yeri tahsisi, faiz desteği gibi teşvik unsurlarından yararlanabilecekler. 31.12.2011 tarihine kadar 4'üncü bölgede (Trabzon, Ordu, Giresun, Rize, Artvin, Gümüşhane, Malatya, Elazığ, Bingöl, Tunceli, Erzurum, Erzincan, Bayburt, Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan, Van, Muş, Bitlis, Hakkari, Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Batman, Şırnak, Siirt) başlayan yatırımlar için yatırıma katkı oranı yüzde 55, uygulanacak kurumlar vergisinde yüzde 90 indirim oranı belirlendi. İndirilen kurumlar vergisi tutarı yatırıma katkı tutarına ulaşıncaya kadar indirimli vergi uygulamasına devam edilecek.

Bakanlar Kurulu'nun teşvik kararının sektöre ilk elden yansımaları ne olacak? Sektörde yatırım hedefleyen kurumların hem yatırım tutarlarının artmasını sağlayacak, hem de teşvik kapsamına giren illere yönelecek yatırımlarla birlikte bu illerimizin ekonomisine önemli bir değer yaratılacak. Aynı şekilde istihdam anlamında da hareketlenme olacak. Öncelikli olarak bu konuya bölgesel değil tüm Türkiye kapsamında bakmalıyız.

Önümüzdeki beş yıl için etkileri ne olur sizce? Bakanlar Kurulu kararıyla birlikte sektörün önünün daha da açıldığını görüyor ve bölgeye katkı yapacak etkili yatırımlar gerçekleştirebileceğimize inanıyoruz. Önümüzdeki beş yılda 4'üncü bölgeye yönelecek çağrı merkezi yatırımları 100 milyon TL'yi aşacak gibi görünüyor. 4'üncü bölgede bulunan illerde yer alan çağrı merkezlerinde, bugün itibariyle 4 bini aşkın kişi görev yapıyor ve bu rakamın 2015'e kadar yüzde 270 artış göstermesini bekliyoruz.

http://www.isteinsan.com.tr/isteinsan_gazete/artik_onlar_devlet_de_taniyor.html

19 Mayıs 2011 Perşembe

Yaşam Kalitesi Sıralaması Yatırımı da Etkiliyor

Yaşam kalitesi düşük illerde yatırımın, üretimin bir sınırı vardır. Maalesef şimdilerde buna dikkat edilmiyor. Şehirler sanayi siteleri, fabrika sayısı ile değerlendiriliyor

Güngör Uras
Türkiye’nin 81 ilinde yaşam kalitesi farklı. 100 puan üzerinden 67 puan ile Ankara birinci, 61 puan ile İstanbul 2’nci, 5.9 puan ile Mardin 80’inci, 5 Puan ile Şırnak 81’inci sırada yer alıyor. Her ülkede, hatta dünya ülkeleri arasında da bu tür sıralamalar yapılıyor. Örneğin A.T. Kearney’in 2010 dünya şehirleri sıralamasına göre İstanbul, dünyanın 65 büyük şehri sıralamasında 41’inci sırada. Üç yıl önce 38’inci sırada iken sıra kaybetti.

Bizde Devlet Planlama Teşkilatı iller için sıralama yaparken yapmaz oldu. Şimdilerde bu işi başında Ali Koç’un bulunduğu Uluslararası Rekabet Araştırmaları Kurumu Derneği yapıyor. Araştırma heyeti “Bloomberg TV’nin de başarılı yöneticisi olan” genç iktisatçılarımızdan Prof. Dr. Kerim Alkin ile Doç. Dr. Melih Bulut ve araştırmacı Ayça Cangel’den oluşuyor.

İller durumunu bilsin
Araştırmada illerin (1) Beşeri sermaye ve yaşam kaliteleri, (2) Markalaşma, beceri ve yenilik güçleri, (3) Ticaret becerileri ve üretim potansiyelleri, (4) Erişilebilirlik özellikleri, 42 farklı değişkene göre değerlendirilerek sıralama yapılıyor. Sonunda iller arası rekabetçilik endeksi ortaya çıkıyor.
Ben bu yazıda sadece beşeri sermaye ve yaşam kalitesi değişkenlerine göre yapılan il sıralamasından söz edeceğim. Bir şehir eğer yaşanabilir değil ise ekonomik büyüme bir noktadan öteye gidemez. Yaşam kalitesi düşük illerde yatırımın, üretimin bir sınırı vardır. Maalesef şimdilerde buna dikkat edilmiyor. Şehirler sanayi sitelerinin büyüklüğü, fabrika sayısı ile değerlendiriliyor.

Hedef insan mutluluğu
Yatırımın, üretimin, istihdamın hedefi insanın mutluluğudur. Mutluluğu sadece para sağlamaz. İnsanlar alın teri ile kazandıkları para ile çağdaş bir çevrede, hayatı başkaları ile paylaşarak, dünya nimetlerinden yararlanarak yaşamak ister. Yaşam şartı düşük illere, yaşam şartı yüksek illerden sermaye, yönetici, kaliteli işgücü gelmez.
Yandaki tabloda 14 değişkene göre illerin yaşam kalitesi sıralaması veriliyor. Bir uyarı: Bu 14 değişken içinde şimdilik illerdeki kütüphane, sinema, tiyatro, konser, sergi ve spor salonu, ailelerin gidebilecekleri içkili ve içkisiz lokanta sayısı gibi değişkenler yok. İleride bunlar da değişkenlere katıldığında daha gerçekçi ve farklı sıralamalar ortaya çıkacaktır.

http://ekonomi.milliyet.com.tr/yasam-kalitesi-siralamasi-yatirimi-da-etkiliyor/ekonomi/ekonomiyazardetay/10.05.2011/1388207/default.htm

Türkler İnternette Neler Yapıyor?

Son dönemlerde Türk internet kullanıcılarının web üzerinde daha çok neler izlediği tartışılmaya başlandı. TTNET'in yayınladığı grafik bu konudaki en doğru veriyi sunuyor.

 
BTK'ın aldığı kurur kararıyla 22 Ağustos'tan sonra yürürlüğe girecek olan güvenli internet profilleri yeni tartışmaların alevlenmesine neden oldu. Kullanıcılar Türkiye'deki internet kullanımının dağılımını merak ediyor. Bu olayla ortaya çıkan tartışmalara en güçlü verileri TTNET sundu.
Türkiye'nin en büyük servis sağlayıcısı ve internet şirketi olan TTNET ülkemizdeki internet kullanımını istatistik haline getirdi. TTNET Genel Müdür'ü Tahsin Yılmaz'ın paylaştığı bu verilere göre Türk kullanıcıları en çok internet üzerinde YouTube dışındaki sitelerden video izliyor. Kullanıcıları yüzde 28'lik bir kısmı ise vaktini internet sitelerinde sörf yaparak geçiriyor.

6 milyon üzerindeki TTNET abonesinin iki günlük kullanım verilerini içeren bu bilgilere göreyse YouTube kullanımı ülkemizde yüzde 9 oranında seyrediyor. Firmanın yeni nesil televizyon hizmeti olan TİVİBU ise yüzde 3 kullanımla bu grafikteki yerini aldı.


Sanal Dünyanın Yeni Sahibi Gençler

Hayatlarını sosyal medya üzerinden şekillendiren yeni nesil gençlerin idolleri artık ünlüler değil popüler Blogger’lar…


Günde kaç saatinizi internetin karşısında geçiriyorsunuz? Ya da soruyu doğru soralım. Günde kaç saatinizi Facebook'a fotoğraf yükleyerek, Twitter iletinizi güncelleyerek ya da Blogunuza akşam patronunuzla ettiğiniz kavganın detaylarını yazarak harcıyorsunuz. Eğer cevabınız 1 saatten azsa üzgünüz ama orta yaşlı insanlar kategorisine girmiş bulunuyorsunuz. Genç nesil artık tüm aktivitelerini sosyal ağlar üzerinden yürütüyor. Çok değil bundan 10 sene evvel aktif internet kullanıcılarına iletişimden uzak damgası yapıştırılırken şimdilerde internet kullanmayan insanlar teknoloji düşmanı olarak anılıyor. Peki, Sosyal Ağların gençler arasında bu denli popüler olmasının sebebi ne?
Bu sorunun cevabı çok da karmaşık değil aslında…
Samimiyet!
Sosyal platformlar; gençlerin kendini sınırlar olmaksızın ifade ettiği, fikirlerini paylaştığı, toplumsal sansürlere takılmadığı, özgür bir dünya. Bu dünyayı etkin olarak kullanan gençlerin sayısı ise azımsanacak gibi değil. 2008'den bu yana hızla büyüyen Twitter komşunuzun akşam yemeğinde ne yediğini öğrenebileceğiniz bir yerken bugün Hollywood'un en ünlü yıldızlarının hayatlarını dikizleyebileceğiniz, gündemi takip edebileceğiniz, hatta iş bulabileceğiniz sihirli bir platform.

İletişimciler gençleri hedefliyor
Barack Obama 2008 yılında seçim kampanyasında sosyal medyayı kullanmaya karar verdiğinde büyük bir risk aldığı düşünülüyordu. Obama, gazete okumayan, televizyon izlemeyen bütün iletişimlerini sosyal ağlar üzerinden sağlayan bir gençlikle karşı karşıyaydı ve ulaşmak istediği hedef kitle de tam olarak onlardı. Seçim öncesi mybarackobama.com'u kurarak Amerikan gençliğinin kalbinde yer edinen Barack Obama bu başarılı kampanya sonucu Amerikan başkanı seçildi. İletişimciler o zaman fark etti ki artık eski moda pazarlama yöntemleri gençleri etkilemiyordu; yapılması gereken gençleri kendi inlerinde yakalamaktı…

Yani bilgisayarlarında!
Markalar, Sosyal Ağ ve Genç kuşak ikilisini keşfettiğinden beri bütün çalışmalarını sanal dünyaya yönelttiler. İlk başlarda gelip geçici sandıkları sosyal medya akımı büyüdükçe markaların Sosyal Medya reklamlarına ilgisi de o kadar arttı. Eskiden ekibin en çaylağına yaptırılan Sosyal Medya işleri için şimdilerde yeni pozisyonlar yaratılıyor. Hatta büyük markalar gençleri doğrudan etkileyecek sosyal medya kampanyalarını yürütmeleri için interaktif PR ajanslarıyla anlaşıyorlar.

Gençlerin yeni idolleri Blog yazarları
Gençlerin en çok güvendiği sosyal platform ise bloglar ve forum sayfaları. Gerçek karakterlerin hayat verdiği bloglar Tüm dünyada kendi starlarını yaratmış durumda. Ne giydikleri, hangi mekanlara gittikleri, nasıl yaşadıkları en az ünlüler kadar merak edilen bloggerlar, genç neslin yeni lifestyle ikonları. Okudukları blog yazarlarını samimi ve gerçek bulan genç sosyal medya kullanıcıları; Blog sahibinin her söylediğini sadakatle dinliyor. Bu da markaların viral reklamlarını Bloglar ve Sosyal platformlar üzerinde konumlandırmasının en büyük sebebi.

Forumlar ise gençlerin en çok bilgi paylaşımında bulunduğu sosyal ortamlar olma özelliğine sahip. Yeni alacağı cep telefonunun özelliklerinden, aile problemlerine kadar her türlü konuyu sanal ortamda paylaşmaktan çekinmeyen gençler, çözüm getiremedikleri sorunlarına forum sayfalarında ve sözlüklerde çözüm arıyorlar.

Peki ya güvenlik?
Sosyal medyayı etkin olarak kullanan gençlerin en dikkat çekici özellikleri alabildiğine cesur ve açık olmaları.Profil sayfasında cep telefonu numarasını, eğitim bilgilerini hatta ev adresini bile paylaşan gençlerin Sosyal ağlardaki tehlikelere karşı farkındalıkları oldukça düşük. Artık gençler sınıf arkadaşlarına güvendikleri kadar herhangi bir sosyal platformda tanıştığı birine aynı derecede güvenebiliyor. Gençlerin% 65'i Arkadaş listelerine tanımadıkları birini eklemekten çekinmediklerini ifade ediyor.
Miray Uçar - CafeRuj

"Kadına Karşı Şiddete Hayır" Tasarım Yarışması

 
Birleşmiş Milletler, siz yaratıcı tasarımcıları kadınlara ve kız çocuklarına karşı her türlü şiddete hayır kampanyasına destek vermeye davet ediyor. Hedef “Kadına karşı şiddete hayır” diyen bir afiş tasarlamanız. Birinciye 5000 Euro ödül verilecek.
Havas gibi dev bir reklam şirketinin Başkan Yardımcısı Jacques Séguéla ve  tanınmış bir çok uzmanın yer alacağı jüri tarafından belirlenecek birinciye 5000 Euro ödül verilecek.

Kadına Karşı Şiddete Hayır afiş tasarım yarışmasına başvurular 8 Mart Dünya Kadınlar Günüyle eş zamanlı olarak http://www.create4theun.eu/ internet adresi üzerinden yapılmaya başlanacak. Yarışmaya son başvuru tarihi ise 31 Mayıs 2011 saat 24.00 olarak belirlendi. Yarışmayı kazananlar ise 25 Kasım Kadına Karşı Her Türlü Şiddetin Önlenmesi Uluslararası Gününde açıklanacak.

Genel Sekreter’in kadına karşı şiddetle mücadele amacıyla başlattığı “UNiTE” isimli kampanyanın da bir parçası olan afiş tasarım yarışması Brüksel’de yerleşik Birleşmiş Milletler Bölgesel Enformasyon Merkezi, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların konumlarının güçlendirilmesi alanlarında faaliyetlerde bulunan BM Kadın Ajansı tarafından düzenleniyor. Yarışma ve katılım koşulları hakkında daha fazla bilgi almak için lütfen http://www.create4theun.eu/ internet adresini ziyaret edin.

http://www.abguncel.com/konu/1155/_Kadina_Karsi_Siddete_Hayir_Tasarim_Yarismasi.htm

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Türkiye’nin Okuma Haritası Çıkarıldı

Türkiye’de bir ilk olan araştırmanın sonuçları ise Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın katılımıyla CER Modern’de düzenlenen törenle, araştırmanın sahibi SONAR İletişim Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Bayrakçı tarafından açıklandı.


Türkiye’de ilk kez çıkarılan okuma kültür haritası, TÜİK’ten baz alınarak gerçekleştirildi. Türkiye’de kitap okuma alışkanlığının çok çeşitli olarak, yörelere, illere göre saptanması amacıyla yapılan araştırma, 7 bin kişi ile 26 ilde gerçekleştirildi. Buna göre, Türkiye’de her 4 kişiden birinin kitap alışkanlığının olduğu saptanırken, Türkiye’de yılda ortalama 7.2 kitap okunuyor. Bir defada kitap okuma süresi ise yüzde 47′lik oranla 30 dakika olarak belirlenirken, yüzde 22′lik kesim yaklaşık 1 saat kitap okuyor. Türkiye’de yılda ortalama yüzde 43’lük bir oran ile 1 ila 5 kitap arası satın alınırken, bunların büyük kısmını rastgele kitap seçen ve düzensiz okuyanlar oluşturdu. Okurların yüzde 85, 7 ile Türkçe yazılmış kitapları tercih ederken, çeviri kitap okuyanlar yüzde 30 içinde yer aldı. Kitap seçiminde en etkili faktör ise yüzde 61,5 ile “tavsiye” oldu. Bunu, kitabın adı yani popüler oluşu takip etti. Türkiye’deki okurla kitap seçiminde yayınevi tercihi yapmazken, kitaplar en çok satın alma yöntemi ile okunuyor, bunu arkadaşlarla değiştirerek kitap okuma takip ediyor.

Okurların çoğu düzenli olarak belli bir yazarı takip etmemekle birlikte, düzenli okuyan okurlar ilk olarak Ömer Seyfettin’in, ardından sırasıyla Ayşe Kulin, Orhan Pamuk, Reşat Nuri Güntekin, Elif Şafak, Can Tan, Yaşar Kemal ve Dostoyevski’nin kitaplarını takip ediyor. Okuyucuların yüzde 33,7’si olmak üzere büyük çoğunluğu roman okumayı, ardından öykü ve şiir okumayı tercih ediyor. Ankete yanıt veren okuyucuların yüzde 84’ü ise korsan kitap almadığını belirtmiş.

DOĞU KARADENİZ MÜZİK DİNLİYOR
Türkiye’nin okuma haritasına göre, boş zamanlarını kitap, gazete ya da dergi okuyarak geçirenler Doğu Karadeniz Bölgesi’nden Ankara’ya uzanan şeridi kapsıyor. İstanbul hariç, Marmara ve Trakya bölgesi de boş vaktini okuyarak değerlendiriyor. İstanbul ve Ankara boş zamanında televizyon izlerken, Ege Bölgesi aile ile zaman geçiriyor. Boş zamanının çoğunu müzik dinleyerek geçiren tek bölge ise Doğu Karadeniz.

ÇOK OKUYAN, DİNİ KİTAP TERCİH EDİYOR
Türkiye’de bir yıl içinde 12-13 kitap ile en fazla kitabı Erzurum ve Erzincan okuyor, okunan kitapların çoğunu dini içerikli yayınlar oluşturuyor. İkinci sırayı, yılda 10 ila 12 kitap ile Yalova, Kocaeli, Sakarya, Düzce ve Bolu illeri alıyor. Başkent Ankara üçüncü sıraya yerleşirken, beklenen performansı gösteremeyen Ege Bölgesi yılda ortalama 6 kitap okuyor.
Türkiye’de yüzde 19,5 ile aralarında Ankara, İstanbul, İzmir ve Samsun’un da olduğu en çok edebiyat konulu kitaplar tercih edilirken, bunu yüzde 18,3 ile din konulu kitaplar takip ediyor. Erzurum ve Erzincan başta olmak üzere, Doğu Karadeniz’den İç Anadolu’ya doğru uzanan şerit ile Doğu Anadolu’nun bir kısmı en çok dini içerikli yayınları okuyor. 3. sırayı eğitim, 4. sırayı ise tarih kitapları oluşturuyor.

EN ÇOK MACERA SEVİLİYOR
Okunan kitaplara tema olarak bakıldığında, Türkiye’nin büyük çoğunluğu macera kitaplarını seviyor. İkinci sırada, Trakya bölgesi, Çanakkale, Balıkesir, Kastamonu, Çankırı illeri, Orta ve Doğu Karadeniz’in bir bölümü ile Mersin, Adana ve Hatay illeri olmak üzere en fazla ‘tarih’ temalı kitapların tercih edildiği görülüyor. Üçüncü sırayı polisiye alırken, Samsun, Amasya, Çorum ve Tokat bu temayı tercih ediyor.

AŞK VE PSİKOLOJİ
Araştırma sonucu ilginç bir buluşmayı da ortaya çıkardı. Buna göre Türkiye’de sadece Mardin, Batman, Siirt ve Şırnak illeri ‘en çok hangi temayı tercih ediyorsunuz?’ sorusuna ‘psikoloji’ yanıtını verdi. Muş, Bitlis, Van ve Hakkari ise, İstanbul’la aynı yanıtı vererek en çok “Aşk Kitabı” okuduğunu söyledi.
Araştırmanın bir başka üzerinde durduğu konu olan kütüphanelerine ilişkin sonuçlara bakıldığında, Türkiye’de yüzde 43,5 ile kütüphane kullanma alışkanlığı bulunmuyor. Kütüphaneler, çoğunlukla ders çalışma amaçlı kullanılıyor. Halk Kütüphanelerinin büyük oranla varlığının bilinmesine karşın, halkın yüzde 47’si burada verilen hizmetlerin ücretsiz olduğu bilmiyor. Halk kütüphanelerinden en çok yararlananlar ise Trakya Bölgesi ve Kırıkkale, Kırşehir, Nevşehir, Aksaray, Niğde illeri ile Kastamonu’dan Artvin’e Karadeniz Bölgesi.

“GÜNEYDOĞU’DA PSİKOLOJİNİN OKUNUYOR OLMASI İLGİNÇ”

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay sonuçların ardından yaptığı değerlendirmede, Türkiye’de ilk defa yapılan bir çalışmanın sevincini yaşadıklarını ifade ederek, “Rakamlar, Türkiye’de bir iyileşme olduğunu gösteriyor. Ben tabii yine de kitap okuma alışkanlığı çok eskilerden gelen bazı ülkelerin düzeyini henüz yakaladığımızı ne yazık ki söyleyemiyorum ama önceki yıllara göre bir iyileşme olduğunu artık kitabın bizim günlük hayatımıza girdiğini gösteren bir gelişme var” dedi. Yılda 7 kitap ortalama gibi göründüğünü ancak bu rakamların öğrencileri, sınava hazırlanan kesimleri de kapsadığını düşündüğünü ifade eden Günay, “O nedenle yaygın nüfus içinde kitap okumanın hala oldukça yetersiz düzeyde olduğu gibi bir kanaat taşıyorum” dedi
Türkiye’nin büyük çoğunluğu macera kitapları okuduğuna işaret eden Günay, “Macera okumak aslında arayıcılığı, araştırmacılığı teşvik eden bir şey. O yüzden bizim dilimizde Türkçemizde macera biraz küçümsenir, öyle olmadığını, doğrusu ben macera kitaplarının araştırmacı ruhu teşvik eden bir unsur olduğunu düşünüyorum” dedi. Günay, Güneydoğu’da psikolojinin okunuyor olmasının da ilginç olduğunu belirtirken, “Yani o coğrafyanın yaşadığı sosyal ve siyasal sorunlarla ilgili olarak baktığınız zaman böyle bir ruh bilim sorununun da öne çıkmış olması bana çok anlamlı ve üzerinde düşünmemiz gereken bir yanıt gibi geldi. Çalışmaya katkı sağlayanlara teşekkür ediyorum” dedi.
(ANKA)

http://kursatdemir.wordpress.com/2011/04/20/turkiyenin-okuma-haritasi-cikarild/

2011'in Kaşifi Bir Türk

National Geographic, 14 genç, öncü ve vizyon sahibi 2011 National Geographic Kaşifini belirledi. Türkiye’den Doçent Dr. Çağan Hakkı Şekercioğlu National Geographic Kaşifi seçildi..

14 Yeni Kaşifin arasında bir astrobiyolog, bir Ortadoğu barış çalışanı ve kültür eğitmeni, bir atık su mühendisi, bir film yapımcısı ve bir bilim girişimcisi de var.

National Geographic’in Yeni Kaşifler Programı, henüz kariyerlerinin başlarında yaptıkları keşiflerle dünyayla ilgili bilgilerimize önemli katkılarda bulunan, eşsiz yeteneklere sahip ve ilham veren maceracı biliminsanlarını bulup onları desteklemekte. Çalışmalarında kullanmaları ve yeni keşifler yapmaları için Yeni Kaşiflerin her biri 10,000 ABD doları ile ödüllendiriliyor. 2004 yılındaki başlangıcından beri bu program Catherine B. Reynolds Vakfı tarafından destekleniyor.

2011 yılının Yeni Kaşifleri ise şöyle: Kültür eğitmeni ve Ortadoğu barış çalışanı Aziz Abu Sarah, çevre bilimci Jennifer Burney, yer bilimci ve astrobiyolog Kevin Hand, paleontolog Jørn Hurum, yaban hayatı araştırmacısı Paula Kahumbu, biyomühendis Kakani Katija, ekolog Sasha Kramer, çevreci Juan Martinez, entomolog Dino Martins, atık su mühendisi Ashley Murray, ornitolog ve doğa koruma ekoloğu Çağan Hakkı Şekercioğlu, yaban hayatı ekoloğu ve film yapımcısı Adrian Seymour, bilim girişimcisi Hayat Sindi ve doğa korumacı Tuy Sereivathana.

National Geographic’in Yeni Kaşifleri, derginin geleneksel araştırma alanları olan antropoloji, arkeoloji, fotoğrafçılık, uzay araştırmaları, yer bilimleri, dağcılık ve kartografi dallarının yanısıra, dünya teknolojileri, müzik ve film yapımcılığına kadar birçok alandan seçilebiliyor.

National Geographic’in Sorumluluk Programları başkan yardımcısı Terry Garcia konuyla ilgili şu açıklamada bulundu, “National Geographic’in temel görevi insanların gezegenimizi koruması için onlara ilham vermektir. Yeni Kaşiflerimiz de bu görevi daha ileriye taşımak için çabalayan seçkin genç liderlerdir. Umut veren kariyerleri nedeniyle biz de onları desteklemekten büyük mutluluk duyuyoruz. Her biri kendi alanında çığır açan kişilerdir ve yarının Edmund Hillary’lerini (Everest Dağı’na ilk tırmanan ünlü dağcı), Jacques Cousteau’larını (ünlü sualtı kaşifi) ve Dian Fossey’lerini (ünlü dağ gorili araştırmacısı) temsil ediyorlar.”
National Geographic’in 2011 Yeni Kaşifleri arasındaki tek Türk ise, Utah Üniversitesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi, Kars KuzeyDoğa Derneği Başkanı, kuş bilimci (ornitolog) ve ekolog Doçent Dr. Çağan Hakkı Şekercioğlu. Şekercioğlu, kuşların soylarının tükenmesinin nedenlerini ve sonuçlarını küresel düzeyde araştırıyor ve gelişen dünyada elde ettiği bulguları Kars’ta kurduğu ve yürüttüğü çevre derneği KuzeyDoğa aracılığıyla yerel tabanlı doğa koruma çalışmalarına uyguluyor.

Bilimsel araştırmalarıyla bu yüzyılın sonuna kadar tüm kuş türlerinin %25’inin soylarının tükenebileceğini belirledi. Bunun en önemli sebepleri, doğal alanların yokolması ve küresel ısınmanın giderek artan etkisi. Şekercioğlu, arazi çalışmaları ve literatür taramalarının sonuçlarını tüm gezegende kuş türlerinin hangilerinin tehdit altında olduğunu göstermeye yarayan bir veritabanında topluyor. Buna ek olarak Türkiye ve diğer ülkelerin yöre halklarıyla beraber çalışarak nesli tehlike altında olan kuş türlerini ve onların yaşam alanlarını korumak için öncü projeler yürütüyor.

Online İtibar Yönetimi İpuçları

Online itibar yönetimi tick tock boom digital pr & marketing
Online itibar yönetimi hizmeti alırken her ne kadar müşteri olarak kendinizi uzmanlara teslim etsenizde,  firmanızın da çalışmalar içerisinde aktif şekilde yer alması, markanızın bu hizmetten maksimum fayda sağlaması açısından kritik önem taşımaktadır.

Online itibar yönetiminiz için birlikte çalıştığınız şirket ve danışmanınızdan maksimum verimi almanız önemlidir. Bunun yanı sıra işin tüm yükünü danışmanın sırtına vermeniz de hata olacaktır. Tabii ki birlikte çalıştığınız itibar yönetimi ajansınız ve size tahsis ettiği danışmanınız yenilikleri takip edecek, sizi SEO (Arama Motoru Optimizasyonu)olarak ileri taşımaya çalışacak, yaratıcı öneriler ve aksiyonlar üretecek… Ama sizin ve firmanızın da oynaması gereken önemli bir rol var ve bu olmadan tek taraflı bir çalışma online itibar yönetimi çalışmalarınızın katkı sağlamasını zorlaştıracaktır.

Online İtibar Yönetimi şirketinizle veri alışverişi

Online İtibar Yönetimi ajansınızla olan veri alışverişinizi hızlı ve en kapsamlı şekilde sağlamalısınız. Online anlamda kullanılabilecek video, görsel ve özgün metin içeriği danışmanınızın elini kuvvetlendirecektir. İçerik olmadan optimizasyon sağlamaya çalışmak ve itibar yönetmek çalışmalardaki verimliliği azaltan bir etkendir. Kullanılacak link ve içerikleri bir plan çerçevesinde belirlemek iyi olacaktır.

Bülten Optimizasyon çalışmaları

Yeni bir basın bülteni çıktığında bunu danışmanla paylaşmak gerekir. Online İtibar Yönetimi ajansınız ve danışmanınız pozitif içeriğin yayılmasına optimizasyon çalışması ile katkı sağlayacaktır. Aynı zamanda pozitif içeriğin yayınlandığı sayfaların pagerankleri yapılan aksiyonlarla daha öne taşınabilir. Pozitif içeriğin daha çok kişiye ulaşması ve online itibarı desteklemesi buna bağlıdır.

Hedef kitlenizle dijital iletişime geçerken danışın

Forumlarda ve diğer mecralarda marka ile ilgili bir içerik girileceğinde ve özellikle negatif söylemlere cevap verileceğinde mutlaka online itibar yönetimi ajansınızı bilgilendirin. Sosyal medya kullanıcılarının ve aksiyon alınan mecranın dinamiklerine uygun iletişim sağlanmadığı noktada kurulmaya çalışılan iletişim geri tepebilir. Negatif giden bir yorum fırtınasını dindirmenin yolları vardır. Negatif içeriği pasifize etmek için pozitifin olduğu kaynağı yukarı taşımak da başka bir yöntemdir.Müşteri memnuniyeti, online itibar yönetiminin temel unsurlarından biridir. Sorularına cevap alamayan, aldığı hizmetten veya üründen memnun kalmamış kitleler marka itibarına ciddi zararlar verebilir.
En sık gözlemlenen şikayetler, verilen sözün tutulmaması, eksik bilgilendirme, geç teslim, agresif pazarlama teknikleri, şikayetlere verilen ciddiyetsiz dönüşler ve satış sonrası servislerin zayıflığıdır.
Tabii ki bu durum sektöre ve markaya göre değişiklik gösterecektir. Şikayetlerin ciddiye alınması, ilgili düzenlemelerin yapılması, hızlı ve doyurucu şekilde müşteriye ulaşılarak şikayetin cevaplanması online itibar yönetimi kapsamında  gerekmektedir. Danışman ile iletişimin hızı da bu çalışmaların seyrini etkiler. Çabuk ve doğru dilde geri dönüş yapılan bir negatif içeriğin pozitife dönme ihtimali çok yüksektir. Her negatif ileti online itibara zarar verdiği gibi markaya kendini ispat etmesi için bir şans tanır.

Online itibar ve SEO çalışmaları

Kurumsal ve/veya ürün ve servislerinize yönelik web sitelerinizin ve de varsa blogunuzun arama motoru optimizasyonuna uygun şekilde yapılandırılması ve de güncelleniyor olması şirketinize ciddi avantajlar sağlayacaktır. Web sitelerinizi ve bloglarınızı yaptığınız iş ile sunduğunuz ürün, hizmet ve servisleri de göz önünde bulundurarak şekillendirmeniz arama motorları aracılığıyla hedef kitlenize ulaşmanızı kolaylaştıracaktır. Bu sayfalara içerik üretilmesinde firmanın çalışanlarının desteği lazımdır, firma bünyesindeki farklı departmanlar içerik çeşitliliğine ve güncelliğine destek olabilir.
Blog veya web sitenizde öne çıkan içeriklerin ve linklerin değiştirilmesi,  SEO yapılması gibi nedenler ilgili sayfanın ciddi şekilde geriye düşmesi anlamına gelebilir, bu konularda online itibar yönetimi şirketinizin ve danışmanınızın fikrinin alınması önem taşır. SEO çalışmaları daha bir çok dinamiği içerisinde barındıran çok geniş kapsamlı çalışmalardır.  Daha detaylı bir yazıyı önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşıyor olacağız.
Sizler için online itibar yönetimi çalışmalarında dikkat etmeniz gereken konuların bir kısmını burada sıralamaya çalıştık.

Daha detaylı bilgi için Tick Tock Boom Digital Pr & Marketing olarak bizimle info@ttboom.com eposta adresi üzerinden temasa geçebilirsiniz.

İçerik Pazarlama Nereye Gidiyor?

Nihan Bora

Kaliteli ve özgün içerik, her zaman ilgi görmüştür. Pazarlamanın da en önemli dinamiklerinden olan “içerik pazarlama”yı, en sade haliyle mevcut ve potansiyel müşterilerinizle satış amacı gütmeden iletişime geçme sanatı olarak tanımlayabiliriz. http://www.marketo.com/ ve Junta 42 2010 B2B İçerik Pazarlama Raporu’na istinaden hazırlanan infografiye göre içerik pazarlama, geleneksel reklamcılığın en büyük rakiplerinden biri olarak görülüyor. Kararı siz verin…

 http://www.yenimedyaduzeni.com/icerik-pazarlama-geleneksel-reklamciligin-yeni-rakibi-mi-infografik/

Avrupa'nın Rüşvet Lideriyiz

Eğitim, sağlık, vergi ve güvenlik gibi hizmetleri alabilmek için rüşvet vermek gereken ülkeler açıklandı. Listenin 6. sırasında Türkiye var.

Uluslarası Yolsuzluk Anketi’nin (Global Corruption Barometer) son sonuçlarına göre geçtiğimiz yıl her 4 kişiden biri ihtiyacı olan hizmeti alabilmek için rüşvet verdi.

Yolsuzluk karşıtı Transparency International örgütün yayınladığı anket halktan sıradan insanları 9 temel hizmeti almak için vermesi gereken rüşvete odaklanıyor.

En çok rüşvetin yüzde 29 ile polise verildiğini gösteren ankette gümrük, eğitim, yargı, sağlık, evrak, emlak, vergi ve kamu hizmetleri için en çok rüşvetin Liberya, Afganistan ve Irak en çok rüşvet verilen ülkeler olarak sıralanıyor.

The Economist’in de haberinde yer verdiği ankette 6. sırada Türkiye var. İlk 5 ülkenin de Avrupa’dan olmadığını düşünüldüğünde Türkiye bu tabloyla Avrupa’da ilk sırada yer alıyor.

Kaynak: http://www.gazeteport.com/

Blogunuzu Geliştirmenin 17 Yolu

Blogların daha aktif ve kapsamlı olabilmesi için içeriklerinin her zaman güncellenmesi ve yepyeni içeriklerin de yaratılması gerekiyor. İşte birkaç ipucu…
Blogların içeriklerinin daha çok geliştirilmesi için Social Media Examiner 17 yöntemin üzerinde duruyor:
1.Öncelikle diğer büyük sosyal platformlarda da aktif olun.
2.Sevdiğiniz şeyler hakkında yazılar yazın.
3.Harika ve dikkat çekici içerik yaratın.
4.Takipçilerinizin sorularını mutlaka yanıtlayın.
5.Gerçek bir değer yaratın.
6.Okuyucularınız için orada olun, yani içeriğinizle okuyucularınız arasında mutlaka bir bağlantı olsun.
7.Daha fazla takipçi elde etmek için: “Yeni şeyler söyleyin, yardım edici şeyler söyleyin ve harika şeyler söyleyin.”
8.Okuyucularınızın kendilerini iyi hissetmesini sağlayın.
9.Takipçilerinize saygı duyun.
10.Hafızalara kazınacak içeriklere odaklanın.
11.Hedeflerinizi iyice bilin ve onlara sıkı sıkıya bağlanın.
12.Takipçilerinizi anlayın ve bu çerçevede içerikler yaratıp geliştirin.
13.Okuyucularınızın sizinle karşılıklı iletişime geçmesine izin verin.
14.Blogunuzda mutlaka paylaşılmak üzere sosyal ağlara da yer verin.
15.”Subscriber Box”ı blogunuzun en başına yerleştirin.
16.Bir yarar sunun.
17.İnsanlara tercih ettikleri şekilde sizi takip etmesine izin verin. (RSS, e-mail, Twitter, Facebook gibi)
Siz ne kadarını uyguluyorsunuz ya da bu yöntemlerden başka uyguladığınız yöntemler var mı?

http://sosyalmedya.co/blogunuzu-gelistirmenin-17-yolu/

En Güzel Blog Benim Yarışması


TÜHÖP (Türkiye Halkla İlişkiler Öğrenci Platformu) 13-31 Mayıs tarihleri arasında “En Güzel Blog” benim yarışmasını düzenliyor. Bu yarışmaya başvuru yapabilmek için blogunuzu en iyi anlatan görsel, video, fotoğraf ya da yazınızı blogunuzda yer vermeniz yeterli. Başvurularınızı TÜHÖP İletişim Formundan http://www.facebook.com/tuhop?sk=app_190322544333196 yapabilirsiniz. En güzel blog sahibine TÜHÖP arşivinden kitap hediye edilecek. Tamamen profesyonellerden oluşan jüri önümüzdeki hafta içerisinde açıklanacak.

http://www.sosyalmedyahaber.com/tuhop-en-guzel-blog-benim-yarismasi/

Kendi Filtreni Kendin Tak!


İlker AKGÜNGÖR / VATAN HABER MERKEZİ

İnternet uzmanlarına göre devletin filtresine ihtiyaç yok. Anne ve babalar internetten indirebilecekleri ve çoğu ücretsiz olan filtre programları sayesinde çocukları porno, şiddet ve ırkçılık içeren her türlü zararlı içeriğe karşı koruyabiliyor. Programların arasında fotoğraf analizi yapıp çıplak insan resimlerini engelleyen filtreler bile var.

22 Ağustos’ta hayata geçecek internet filtrelemeleriyle ilgili tartışma protesto eylemleriyle devam ediyor. Tartışmanın gelip dayandığı nokta ise çocukların cinsel ve saldırgan içeriklere karşı korunması. Sosyal Medya uzmanı Hamza Şamlıoğlu’na göre BTK’nın filtresine karşı özellikle çocuklarını korumak isteyen ebeveynlerin filte programlarıyla “aile güvenliğini” sağlamaları mümkün. İnternette bu konuda son kullanıcılara destek veren bir çok filtre programı var. Bu tip programların bir kısmı devlet kuruluşları tarafından öneriliyor. Mesela RTÜK’ün sitesinde Microsoft’un “Gözcü” adlı filtre programı öneriliyor.

Fotoğraf analiz eden program var

Genelde anahtar kelimelerle çalışan filtre programlarına ebeveynler istedikleri siteleri de ekleyebiliyorlar. Programlar genelde seks, porno gibi kelimelerle küfür ve ırkçılık içeren sözlere duyarlı olarak koruma yapıyor. Ancak bunun dışında porno siteler için fotoğraf analiz eden ve porno fotoğrafları tespit ettiğinde verilen komuta göre siteye girişi engelleyen ya da bilgisayarı durduran programlar da var. Hamza Şamlıoğlu, “Eğer ben çocuğumu korumak ve güvende olmasını sağlamak istiyorsam bu iş için geliştirilen ücretli ve ücretsiz bir çok yazılımdan faydalanabilirim” diyor.

İşte en etkili filtre programları

Screen Shirld Anti Porno: Görüntülen içeriği kullanıcı farketmeden izliyor. Dosyaları tarıyor ve ebeveyne uyarı gönderiyor. Yasaklı, porno veya engellenmesi istenen bir içeriğe girildiği zaman bilgisayarı kilitleyebiliyor. Ücretsiz sürümleri olan program anahtar kelimeler dışında site içerisindeki resimleri de kontrol ediyor. Çıplak erkek ya da kadın resmi gördüğü zaman otomatik olarak resmin üzerine bir uyarı çıkarıyor. Resimleri ten tonu, gövde algılaması gibi kriterlerle inceleyip içeriğe erişimi engelliyor. Programın pro sürümü ise 20 lira.

Windows Live Aile Koruması: Microsoft tarafından geliştirilen ve ücretsiz sunulan program çevrimiçi ortamda çocukların bilgisayarda yaptıklarını izliyor, etkinlik raporları hazırlıyor. Ebeveynler çocukların erişebilecekleri web sitelerini, oyunları ve programları seçebilirken, çocukların bilgisayarı kullanabilecekleri zaman aralıklarını bile ayarlayabiliyor.

Netron Gözcü Ebeveyn Kontrol: Çocuklar için güvenli bir bilgisayar ortamı yaratmayı amaçlayan ücretsiz programda uygulamanın sunduğu güvenlik imkanları internet içeriğinin süzülmesi, bazı sistem fonksiyonlarının engellenmesi ve arzu edilmeyen uygulamaların çalıştırılmasının kısıtlanması. Ziyaret edilmesini istemediğiniz web sitesi isimlerini yazarak veya sakıncalı bulduğunuz kelimeleri yazarak çocukları istemediğiniz zararlı içerik bulunan sitelere karşı koruyabiliyorsunuz.

TTNet Aile Koruma: Çocukların ya da iş yerinizdeki personelin sakıncalı görülen sex, porno, şiddet ve oyun sitelerine girmesini engelliyor. İnterneti belirli kullanıcılara yasaklama diğer kullanıcılara aktif etmek mümkün.

K9 Web Protection: Filtrelemenin en iyilerinden biri olarak gösterilen program porno, ırkçılık, ve şiddet içeren siteleri engelliyor. Uyuşturucu ve kumar sitelerini perdeliyor.

http://haber.gazetevatan.com/devlet-filtresine-gerek-yok-kendi-filtreni-kendin-tak/377993/8/Magazin

Dumansız Hayata Alıştık



Kamu hizmet binaları, eğitim, sağlık, ticaret, sosyal, kültürel, spor ve eğlence yerlerinin kapalı alanlarında sigara yasağıyla başlayan ''dumansız hayat'' 3. yılını doldurdu.

Sağlık Bakanlığı'nın yaptığı çalışmaya göre, hem kapalı ortamlarda, hem de evlerde tütün dumanına maruziyet azalırken, sigarayı bırakanların sayısı büyük ölçüde düştü. Araştırma, tütün
kullanımının erkeklerde yüzde 47'den 40'a, kadınlarda yüzde 15'den 13'e indiğini, kapalı ortamlarda sigara dumanına maruziyetin ise yüzde 38'den 14'e düştüğünü ortaya koydu.
Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun'un 19 Mayıs 2008'de yürürlüğe giren hükümleriyle kapalı alanlarda sigara yasağı başlamıştı.

Uygulamayla kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında, koridorlar dahil, her türlü eğitim, sağlık, üretim, ticaret, sosyal, kültürel, spor, eğlence ve benzeri amaçlı özel hukuk kişilerine ait olan, birden çok kişinin girebileceği (ikamete mahsus konutlar hariç) binaların kapalı alanları ve taksiler dahil, karayolu, demiryolu, denizyolu ve havayolu tolu taşım araçlarında tütün ürünlerinin tüketilmesi yasaklanmıştı.

Bu alanlarda tütün ürünlerinin tüketilmesi için tahsis edilmiş alanlar kaldırılmış ve kapalı alan tanımı getirilmişti.
Buna göre, sabit veya seyyar bir tavanı ya da çatısı (çadır, güneşlik v.b) olan, kapıları, pencereleri ve giriş yolları dışında bütün yan yüzeyleri geçici veya kalıcı olarak tamamen kapatılmış alanlar ile aynı şekilde tavanı veya çatısı olup, yan yüzeylerinin yarısından fazlası kapalı bulunan yerler kapalı alan olarak değerlendirilmişti.
Yaşlı bakım evlerinde, ruh ve sinir hastalarının yatarak gördüğü birimlerde ve ceza infaz kurumlarında, şehirler arası veya uluslararası güzergahlarda yolcu taşıyan deniz yolu araçlarının güvertelerinde, tütün ürünleri tüketilmesine mahsus alanlar oluşturuldu.

Tütün ürünlerinin içilmesinin yasaklandığı yerlerde, yasal düzenleme ve buna uymamanın cezai sonuçlarını belirten uyarılar asıldı ve bunlara uymayanlar için ciddi para cezaları getirildi.
Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun'undaki lokanta, kahvehane ve kafeterya gibi yerler için öngörülen yasaklar ise 19 Temmuz 2009'da yürürlüğe girdi.

-YÜZ GÜLDÜREN GELİŞMELER-

Sağlık Bakanlığı'nın 15 yaş üstünde 8 bin 342 kişi üzerinde yaptığı çalışmada da aradan geçen süreçte tütün kullanımı ve sigara dumanına maruziyet konusunda halk sağlığı açısından yüz güldüren gelişmeler olduğunu ortaya koydu.
Küresel Yetişkin Tütün Araştırmaları Karşılaştırma Tablosu'nda, 2008 ile 2010 yılına ilişkin oranlar karşılaştırıldı.
2008'de 9 bin 30 kişi üzerinde yapılan çalışmada, yüzde 31.2 olan tütün kullanımı oranı 2010'da yüzde 27.1'e düştü.
Sigarayı bırakan erkek tiryakilerin oranı ise kadınlardan daha yüksek oldu.
2008'de tütün kullanım oranı erkeklerde yüzde 47.9 iken bu oran aradan geçen sürede yüzde 40.7'ye indi. Kadınlardaki tütün kullanma oranı ise yüzde 15.7'den 13.8'e indi.
Hergün sigara kullanma durumu, genelde yüzde 27.4'den 24.7'ye, erkeklerde yüzde 43.8'den yüzde 38'e, kadınlarda da yüzde 11.6'dan 11.8'e düştü.
Kapalı ortamda sigara dumanına maruziyet yüzde 38.5'den 14.9'a, evlerde sigara içilmesine izin verme oranı yüzde 59.7'den yüzde 39.8'e, toplu taşıma araçlarında sigara dumanına maruziyet yüzde 16.5'den 10'a, kamu binalarında sigara dumanına maruziyet yüzde 11.3'den 7.4'e, restoranlarda sigara dumanına maruziyet yüzde 55.9'dan 13.9'a geriledi.
Sigara paketleri üzerindeki uyarıları fark edip sigarayı bırakmayı düşünenlerin oranı 2008'de yüzde 46.5 iken bu oran 2010'da yüzde 38.4 olarak bulundu.
Sigara reklamı, promosyonu veya tanıtımıyla karşı karşıya kalanların oranı yüzde 13.3'den yüzde 10.3'e düştü.
Sigaranın ciddi hastalıkları neden olduğunu düşünenlerin oranı 2008'de yüzde 97.32 iken 2010'da bu oran yüzde 96.2 olarak bulundu.
AA

http://www.aksam.com.tr/dumansiz-hayatta-3.-yil--41181h.html

Google'dan Tartışmalı Bir Rapor

Google'ın internette yayınladığı ve herkese açık olan bu rapor, bazı devletleri çok kızdıracak...

Google'ın yayındağı bir rapor, devletleri oldukça kızdıracak gibi görünüyor. Arama devinin "Şeffaflık Raporu" adını verdiği bu raporda, devletlerin Google'dan kaç kişinin bilgilerini istediği ve kaç siteyi yayından kaldırmak istedikleri yazıyor.

Rapora göre; İngiltere bin, Birleşik Devletler ise 4.287 kişinin kullanıcı bilgilerini Google'dan istemiş. Sivil toplum örgütleri Google'ın bu hareketini alkışlarken, kaldırılmasını istedikleri sitelerin tam olarak hangi gerekçeyle kaldırıldığını da bildirilmesini istedi.

Google'ın blogunda yazan bir yazıda ise şunlar belirtildi; "Google hizmetleri engellendiğinde ya da filtrelendiğinde, kullanıcılarımıza gerektiği gibi hizmet veremiyoruz. Bu yüzden de özgür düşünceyi ve bilgilere ulaşımı en üst seviyeye getirmeye çalışıyoruz."

Şeffaflık Raporuna buradan göz atabilirsiniz. Ancak Çin'in bu bilgileri ulusal sır olarak nitelendirdiği için, Çin ile ilgili bilgiler raporda bulunmuyor.
Haberin eksik olduğunu düşünüyorsanız "Orjinal Kaynak: Veteknoloji.Com"

http://www.pchayat.com/Haber/Internet/17542/Googledan-tartismali-bir-rapor

E-Skill, E-Beceri, E-Yetkinlik, Dijital İnsan şart! Hızlı Balık, Mor İnek Out!


Ufuk Tarhan

2008’in popüler konferans, iletişim konusu-sorusu; Krizden nasıl çıkılır, 2009’da biter
mi? Ya da ne zaman geçer? idi

2009’unki; Kriz bitiyor mu? Bizi teğet geçti, şu ülkeleri, markaları, şirketleri dağıttı,
şunlar-bunlar düzlüğe çıktı vs. Toparlanma sürecine hazırlanalım,
satışları-kazançları arttırmak için neler yapalım? idi

2010’da ise Sosyal Medya, Pazarlama ve yılsonuna doğru da ‘Dijital’,
‘Fütürist’ söylemleri yükseldi. Her 5 kelimeden birinde muhakkak ‘gelecek’ olmaya;
gözler geçmişten geleceğe dönmeye başladı. Girişimcilik ve özellikle de
İnternet Girişimciliğine ilgi çok arttı.

Artık gelecek; tıkır tıkır, dijital dijital gelecek



2011’de hep dijitalleşmeyi konuşacak ve dijital stratejiler, uygulamalar geliştireceğiz.
Dijital İşlere, Dijital İnsanlara dönüşüm en öncelikli, hayati konu olacak.

2012’de 2011 de akıllıca hazırlık yapanlar maaşlı sistemden, kontratlı modellerde
iş görmeye doğru geçiş yapabilecekler. Pek çok kişi kendi işini kuracak ya da
bu yolda ilerleyecek.

2013’de 2011 ve 2012 yi saz çalarak geçiren Ağustos böcekleri, önceki çağın
hızlı-büyük balıkları, mor inekleri; işsiz kalacak, bunalacak ve sonunda yeniçağda
e-işe yaramak için e-beceri, e-yetkinlik geliştirmek için tıkır tıkır tıklayarak, yeniden
öğrenmeye, bildiklerini dijitize ederek geliştirmeye, tıklara dönüştürmeye başlayacaklar.

Neymiş, N’olmuş?

2008’den beri (hatta 2007’den bu yana) hem M-GEN’de yaptığım işlerle,
hem, son iki yılı başkan olarak; Fütüristler Derneği’ndeki faaliyetlerimizle
dikkat çekmeye çalıştığımız noktaya geldik;

- Girdiğimiz türbülans; aslında kriz deyip, anlatılabilecek bir şey değildi.
Yeni bir çağa geçmenin doğum sancısı
, yeni bir çağa başlamanın, evrimin,
dönüşümün işaret ve etkileriydi.

- Internet ve GSM den sonra, Nano ve Genetiğin dönüşüm tetikleyicisi olacağının
sinyalleriydi.

- Oyun yeni sahası olan bulut’da, kurallar, kaleler tam da kurulmadan,
oyuncular, takımlar hazırlanamadan başladı bile! Haydi rast dijit gele!!!

Nereden belli ?

- Şimdiden doğru-yanlış, güzel-çirkin vs diye kabul ettiğimiz her şey; açık ara farklılaştı.Paradigmalar alt-üst oldu. Home Office modeli ile dalga geçenler daha yeni, Siemens’in
tüm çalışanlarının üstelik en bürokrat şehir Ankara’da (200 kişi) Home Office’e geçtiğini
okudular...

- Bugüne kadar hayatımızda olmayan, ‘yok canım o kadar da olmaz, daha gelmez, kabul
edilemez!’ dediğimiz pek çok kavram, ürün, hizmet, iş modeli, meslek, buluş, durum; ışık
hızıyla normal’imiz haline gelmeye
başladı.

- Artık her tür iletişimin içindeki en popüler deyiş, arayış; ‘Fütürist’ e dönüştü.

- En hızlı değişen ise bizatihi ‘Hız’ın kendisi. Eskiden hızlı dediğimiz şeyler şimdi yavaş kaldı.

- Eskinin 10 yılı 5’e, 5 yılı 2 yıla indi. Her şey, herkes; Işık hızında ‘exponansiyel – misli
misli’ katlanan bir devinimde hareket ediyor.

- ‘Şeyler’ nasıl olup, bittiğini anlamadan; pat diye yeni gerçeğimiz haline geliyor...

- ´Bu bana uyardı, uymazdı´ diyemeden kullanmaya, almaya, onunla-içinde yaşamaya
başlıyoruz...
Facebook 2006’da, Twitter 2008 de hayatımızda yoktu! Lady Gaga’da...
Wikileaks’de... Bunları şunun şurasında 2 yıldan az bir süre içinde ne kadar
benimsediğimize bakın!

- Farmwille’de bahçe sulamadı diye kocasını boşamaya kalkanlarımız, Super Mario
tepeye atlayamadı diye histeri krizi geçiren 5 yaşında Zehra’larımız,
iPad’de oyun oynayan 2 yaşında bebelerimiz, Facebook’u kapalı diye bütün gün şirkette
somurtan çalışanlarımız, evde internet yok diye internet kafeden eve gelemeyen aile
fertlerimiz, twitter da yazdıkları yüzünden işten atılan, dava açılan insanlarımız var.

- Facebook, MSN ve Internet kullanımında, yani bulut bilişimi denen yeni AVM’lerde en
çok dolaşanlar; Türkler.
Ülkemizde 32 Milyon Internet kullanıcısı var. Oran % 44

Hızlı-Büyük Balıklar, Mor İnekler Out! Şimdi
e-becerikli, dijital insan
zamanı



Dijital Çağda; Paraya giden yol ‘bizi seven, bizden bir şey almak, bizimle paylaşmak
isteyen toplulukların kalbinden
geçecek.

→ Kalbe götüren yol > Internet

→ Yoldaki araç > Web, blog, sosyal medya, kısacası dijital varlığımız, uygulamalarımız

→ Yakıt > İçerik, yaratıcılığımız, tutkumuz, bilgimiz, değerlerimiz

→ Varış noktası > Vizyon (hangi topluluğa, hangi ürün-hizmet ile nasıl?)

→ Yardımcı > Yol haritası, navigatör (Gelecek Planı)

- Buna göre, anlamak, anlamlandırmak ve hızla Gelecek Planlarımızı yapmak, revize etmek gerekiyor.

- Çalışabilmek, para kazanabilmek için; Internette, web ekonomisinde,
sosyal medya- paylaşım platformlarında e-becerikli, e-iş gören insanlara
dönüşmek şart!

E-Becerikli, E-İş Gören Dijital insanlar;


- Sosyal Medyayı Akıllı ve sürekli kullanır, dışında olmak söz konusu bile değil!!!
(Facebook, Twitter, Linkedin, Foursquare, YouTube, Vimeo, Google uygulamaları vs)

- Çok net bir mesajı (becerisi, yararı) ve bunu anlatan keywordleri vardır

- Çok iyi içerik yöneticisi, internet yazarı (blog) okuyucusu, yorumcusudur

- İçeriklerinde; az yazı, çok görsel (Foto-Video), ses kullanır

- Ne diyecekse 140 karaktere, 1 dk lık videoya sığdırabilir. Hem de bunu eğlenceli yapabilir

- Metinlerine, sunumlarına, blog’una fotoğraf, video, ses yükleyebilir, bunları düzenleyebilir

- Sosyal ağlardaki profillerini, blogunu birbirine akıllıca bağlayabilir

- Api geliştirebilir, tasarlayabilir

- Deneyim tasarlayabilir, senaryolaştırabilir

- Takipçileriyle sürekli ve amacı ve keywordleri ile uyumlu iletişim halindedir. Takipçisi sürekli artar

- Lap Topundan yaptığı her şeyi mobil cihazlardan da yapabilir

- ‘Bilmiyorum’, ‘bana öğretmediler ki’, ‘haberim olmadı ki’; gibi söylemler, mazeret
listesinde bulunmaz. Her şeye ve herkese dijital ortamdan ulaşabilir.

- Şeylerden başka-yepyeni Şeyler türetebilecek anlamlandırma yeteneğini geliştirir

- Şirketim, annem, babam, kocam bana alırsa kullanırım diye beklemez, boğazından
keser, parasını akıllı-mobil cihazlara ve uygulamalara yatırır. Anlamaya, kullanmaya
başlar.

- Sosyal Medyayı küçümsemez (sonra ‘cep telefonu kullanmıyorum, kullanmayacağım’
diyenlerden beter olur!)

- Bol bol bilgisayar oyunu oynar. Çocuklarına, yakınlarına, çalışanlarına da oynatır

- İngilizce bilir ya da google translate i kullanıp, bilmemeyi mazeret olarak kullanmaz

Yeni çağın e-becerikli Dijital İnsanlarıyla, inanıyorum;
Gelecek Güzel Gelecek...

Vakit kaybetmeyin, dijitalleşmek için stratejik gelecek planlarınızı yapmaya hemen başlayın.

***************************

Seçim Kampanyasında İnternet Ne Kadar Etkili?

Türkiye’de bir siyasi partinin  marka gibi reklam yapması, 1991 genel seçimlerinde Anavatan Partisi’yle başladı. Ünlü Fransız reklamcı Jacques Seguela’ın Anavatan Partisi'nin kampanyasını yönetmesi, o dönemde çok konuşulan, ilgi çeken bir konu olmuştu.

Batı ülkelerinde son yılların en başarılı seçim kampanyası ise hiç kuşkusuz 2008’deki Obama’nın başkanlık yarışıydı. Bu kampanya hem içerik hem de bu içeriği kitlelere ulaştıran yeni yollar sayesinde son derece etkili olmuştu. “Değişim için Obama” vaadi, seçmenin beklentisine hitap ediyordu.

Dünyanın önde gelen siyaset bilimcileri, Obama’nın başarısını şu unsurlara bağladılar:
1-Obama ve ekibi, seçmenlerin ihtiyaçlarını çok iyi anlamışlardı: Amerikalılar artık dünya güvenliği, terörizm tehlikesi gibi konularla değil; yoksulluk, işsizlik gibi ekonomik konulara duyarlıydılar.
2-Obama, seçmenlerle açık ve net bir iletişim kurmuştu. “Değişim” ve “umut”  mevcut düzende kaybetmiş insanların beklentilerine tam anlamıyla hitap eden vaatlerdi. Kampanya süresince Amerika'nın her tarafına “Obama değişim”  “Obama umut” yazıldı.

3-Obama, kendinden ve rakiplerinden değil seçmenin kendisinden söz etmeyi tercih etmişti. Bütün kampanyayı “ben” yerine “sen“ diliyle sürdürdü. Rakiplerinden  üslubuyla farklılaşmıştı. Ayrımcı ve dışlayıcı değil; birleştirici ve bütünleştirici bir yaklaşım benimsemesi seçmen üzerinde çok etkili olmuştu.
4-Obama, gençlerin ve kadınların ağırlıkta olduğu bir “gönüllü” ordusu oluşturmuştu.  Gençler geleceği ve dinamizmi; kadınlar ise  toplumsal ruhu temsil ediyorlar ve birleştirici bir rol üstleniyorlardı.
5-Obama ve ekibi interneti ve teknolojiyi rakiplerinden çok daha etkili kullanmıştı. İnternet üzerinden düzenledikleri kampanyada yüksek miktarda bağış topladılar. Gönüllüler fikirlerini, Facebook, Twitter gibi sosyal ağ sitelerinde paylaştılar. Obama internet üzerinden insanların fikirlerini aldı, sorularını yanıtladı. Siyasi katılımı artırdı.
Obama’nın kampanyası, seçmenleri kendine yaklaştıran, onların katılımını sağlayan bir başarı öyküsüydü. Obama’nın tarzı kendi kişiliğini çok açık bir şekilde sergiliyordu. Yarattığı imaj, kişiliğiyle tutarlıydı.
Oysa pek çok insan imajdan söz edildiğinde gerçeğin gizlendiği ve kitlelerin yönlendirildiği durumları düşünüyor. Aslında çok da haksız değiller; çünkü yaygın uygulama bu şekilde.
Michael Morgan, “İmaj, gerçeğin gereken kısımlarını ön plana çıkardığı kadar istenmeyen yönleri de gizlemeye yarar. Politik imaj danışmanları, bir liderin görülmesi istenen yönlerini görmemizi sağlarlar; ama aynı zamanda bazı yönlerini de arka plana iterler. Görme yolları yaratırken görmeme yolları da yaratırlar.” diyor.

Bu teknik hepimizin her gün giyinirken kullandığı bir tekniktir. Hepimiz vücudumuzun bazı yönlerini gizlemek, bazı yönlerini ise vurgulamak isteriz. Ancak hiçbirimiz kendimizi tamamen saklamak imkânına sahip değiliz.
Siyasi liderler de kendilerini tamamen gizleyemezler. Üstelik onlar her gün evimizdeki televizyonun bütün ekranını kapladıkları için kim olduklarını, karakterlerini, kişiliklerini hiç saklayamazlar. Ortalama bir insanın zeka düzeyi ve sezgileri hangi liderin gerçek hangisinin yapay olduğunu kolaylıkla ayırt edecek düzeydedir.
Siyasal iletişim de marka iletişimine paralel olarak yeni bir evreye girdi. Eskiden siyasi parti liderlerinin bir monolog olarak yaptıkları iletişim şimdi karşılıklı etkileşim ve işbirliğine dönüştü.
Bugün siyasi iletişim, bloglardan sosyal ağlara, video ve fotoğraf paylaşım sitelerinden mobil uygulamalara kadar bütün dijital platformlara yayıldı. Siyasi iletişim monologdan diyaloğa dönüştü. Liderler artık seçmenleriyle birlikte içerik oluşturmaya başladılar.

Bence seçmenlerin de seçim sürecine aktif olarak katıldıkları iletişim yöntemleri, bu zamanın ruhunu yansıtıyor. Obama kampanyasının yöneticisi ve dünya basınında “Obama’yı başkan yapan adam” olarak anılan David Plouffe, “İnternet olmasaydı Barack Obama belki de başkan seçilemezdi.” diyor.

Obama’nın zaferinin ardında gençler ve kadın seçmenlerin destekleri başta olmak üzere elbette pek çok etmen var. Beyazları dışlamadan kendi adaylığını zencilerin bin yıllık bir zaferi gibi sunmadan tüm Amerikalıları kucaklaması, rakibinin olumsuz seçim propagandası karşısında olumlu bir strateji izlemesi, vaat ettiği değişimi duyarlı ve samimi bir dille kitlelere aktarması Obama’nın farklılığını ortaya koydu.
Fakat bütün strateji uzmanlarının da vurguladığı gibi Obama kampanyası sadece samimiyetin, değişim arzusunun ve umudun değil, aynı zamanda dijital iletişimin de zaferi oldu.

Obama ile politik iletişimde yeni bir devir açıldı; ama bizim ülkemizde 2011 yılında, siyasi partiler digital iletişim yöntemlerine pek fazla itibar etmiyor. Liderler sadece meydanlarda halka hitap etmeyi tercih ediyorlar. Facebook’ta dördüncü büyük ülke olan Türkiye için garip bir durum değil mi?
Sizce bizim ülkemizde de siyasi parti liderlerinin artık yeni yöntemleri kullanmaları gerekmiyor mu? Seçmenlerin katılımını sağlayacakları bir yaklaşım benimsemeleri gerekmez mi?

http://www.temelaksoy.com/yazilar/marka/Secim-Kampanyasinda-Internet-Ne-Kadar-Etkili.aspx